Asıl İslam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

NAMAZ

Aşağa gitmek

NAMAZ Empty NAMAZ

Mesaj  Hasan Perş. Kas. 27, 2008 1:20 am

NAMAZ
Namaz hakkında farklı söylem, yorum ve hükümlere geçmeden önce güzel bir örnek olsun diye güvenilir hadisçilerin rivayet ettikleri şekilde, Hz. Peygamberimizin namaz kılma biçimini zikredelim.
Buhari, Ebu Davûd ve Tirmizî’nin Muhammed b. Amr b. Ata’dan tahriç ettikleri bir hadisi şerifte şöyle denilmektedir:
“İçlerinde Ebu Katade’nin de bulunduğu on kişilik sahabe meclisinde Ebu Muhammed es-Saidî’den işittim. Ebu Humeyd şöyle demiştir:
“Ben, Resulullah a.s.ın namaz kılma şeklini en iyi bileninizim” sahabe:
“Neden? Allaha yemin olsun ki sen onunla bizden çok bulunmadın, Hz. Peygamber a.s. ile beraber sohbetin bizden daha eski değildir” dediler. O bunu doğruladı. Sahabe:
“O halde anlat görelim” dediler. Ebu Humeyd şöyle dedi : “Resulullah a.s namaza kalktığı zaman ellerini omuz hizasına kadar kaldırır tekbir alırdı. Sonra bütün kemikleri normal duruma gelinceye kadar bekler, sonra okumaya başlardı. Sonra yine ellerini omuz hizasına kadar kaldırır tekbir alır, sonra rukuya vararak avuçlarının içini dizlerinin üzerine koyardı. Sonra başını ne aşağıya, nede yukarıya kaldırmaksızın düzgün bir şekilde dururdu. Daha sonra başını rukûdan kaldırarak : “Semiallahu limen hamideh (Allah, kendine hamd edeni duyar ) der, sonra mutedil bir vaziyette olarak elerini omuz hizasına kadar kaldırır, sonra : “Allahu Ekber” ( Allah her şeyden büyüktür ) derdi. Sonra yere inerek iki elinin arasını alnının sığacağı şekilde açar, sonra başını kaldırırdı. Sonra sol ayağını bükerek onun üzerine otururdu. Secdeye vardığı zaman iki ayağının parmaklarını kıbleye çevirerek secde eder, sonra: “Allahu Ekber” diyerek kalkar, yine sol ayağını büker onun üzerine otururdu. Bu hareketi yaparken bütün kemikler; âzâlar yerine oturur, sükûn bulurdu. Sonra diğer rekâtta da aynı şeyleri yapardı iki rekâttan sonra ilk namaza başlarken yaptığı gibi, iki ellerini omuz hizasına kadar kaldırarak tekbir getirir, sonra namazın diğer rekâtlarında da aynı şeyleri yaparak namazını tamamlardı.
Selâm vereceği son secdeye gittiği zaman ayağını geri çeker ve teverrük şeklinde sol oturağı üzerine otururdu. “Sahabe Ebu Hümeyd’e” :
“Doğru söyledin. Resulullah a.s. böyle namaz kılardı dediler.”
Bir rivayete göre de şöyle demiştir : “Resulullah ( a.s. ) ın sahabelerinin bulunduğu bir meclisteydim. Hz. Peygamber ( a.s. ) ın namazından bahsedildi. Ebu Humeyd yukarıdaki hadisin bir kısmını zikrettikten sonra şöyle dedi:
“Hz. Peygamber (a.s. ) rükuya varınca iki avucunu iki dizinin üzerine koyar, parmaklarının arasını ayırır, iki rekât sonunda oturunca, sol ayağının iç kısmı üzerine oturur, sağ ayağını dikerdi. Dördüncü rekâtta ise sol oturağını yere koyar, iki ayağını bir taraftan çıkarırdı.”
Başka bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Peygamber ( a.s. ) secdeye gittiği zaman iki elini kolları ile birlikte yere yapıştırmaz, tam olarak toplamazdı, parmaklarının ucunu kıble tarafına döndürürdü.”
Başka bir rivayet ise şöyledir : “Hz. Peygamber ( a.s. ) sonra başını rükûdan kaldırır ve : “Semiallahu Limen Hamideh, Allahumme Rabbena Lekel Hamd” der ve ellerini kaldırırdı.”
Ebu Davut, Tirmizî ve Nesaî’nin Rifaa b. Rafî’den rivayet ettikleri hadise göre Hz. Peygamber a.s. bir bedeviye namazı çabuk nasıl kılacağını öğretmişti. Hz. Peygamber ( a.s. ) ona şöyle buyurdu:
“Bilinmelidir ki insanlardan birinin namazı, ancak şu şekilde tamam olur: Abdesti gereği gibi alır sonra tekbir getirip Allah Tealaya hamd ederek sena okur, sonra da Kur’an-dan dilediği kadar ayet okur. Sonra “Allah’u Ekber” diyip mafsalları mutmain olacak şekilde rüku’a varır ve rükûdan kalkar. Sonra “Samiallahu Limen Hamideh” deyip doğrulur, sonra Allah’u Ekber diyerek secde eder ve secdede mafsalları mutmain olur, sonra Allah’u Ekber der ve başını secdeden kaldırır, düzgünce oturur sonra Allah’u Ekber der mafsalları mutmain olacak şekilde secde eder, sonra tekrar tekbirle başını secdeden kaldırır. Böyle yapınca ( her rekâtı böyle yapınca) namazı tamam olmuş olur. ( İsl. Ansik. Terc. Zuhayli c.1 381–382 )
Namaz, Farsça bir isim olup Arapça karşılığı salât dır. Dua etmek, övmek, tazım etmek gibi anlamlara gelir. Tevbe 103. ayette”Onlara dua et, çünkü senin duan müminler için huzur vesilesidir” buyrularak bu manada kullanılmıştır.
Siyer âlimleri arasında meşhur olan görüşe göre namaz, hicretten beş yıl önce miraç gecesinde farz kılınmıştır bu görüşün dayanağı, Enes hadisidir. Bazı Hanefîler şöyle demişler: “Namaz miraç gecesinde, hicretten bir buçuk yıl önce ramazan ayının 17. gecesi cumartesi gününden önce farz kılınmıştır. Hafız İbn Hacer namazın recep ayının 27. gecesi farz kılındığına hükmetmiştir. Çeşitli belde âlimlerinin ameli İbn Hacer’in bu görüşüne göredir.(a.g.e.c.1.384)
Siyer kitaplarındaki bilgilere göre ilk vahyin sonrasında Hz. Peygambere risalet yüküne dayanmasını, sabretmesini öneren ayetler gelmiş ve bunu izleyen fetret döneminden sonra namaz farz kılınmıştır… Namaz farz kılınınca Cibrîl, Hz. Peygambere gelerek onu vadi tarafındaki Akabe denen yere götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cibrîl sonra Hz. Peygamber abdest almış ve beraberce iki rekât namaz kılmışlardır. Hz. Peygamber mutlu bir biçimde eve gelmiş eşi Hadice’nin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde Hadice ile birlikte abdest alıp iki rek’at namaz kılmışlardır. Kimi bilginlere göre İsra süresindeki”Namazda yüksek sesle okuma”(el-İsra 17/110) ayeti bu gizli namaz dönemi ile ilgilidir.
Namaz, daha önceki dinlerde de emredilmişti. İslam’ın başlangıç yıllarında da namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rekâttan ibaret iken yaygın kabul gören görüşe göre mirac olayından sonra beş vakit namaz farz kılınmıştır. “Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş içinde ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve akşam rabbini an; gafillerden olma” ( el-Araf 7 / 205 ) ayeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilgili görülmektedir. Yine yaygın kabule göre Cibril’in Hz. Peygambere Kâbede, namazın vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi miraç olayının ertesi günü olmuştur. (Diy. İSAM. İlmihal c.1.219-220 )
Cabir b. Abdullah tan rivayet edilen hadiste, Cebrail ( a.s. ) Hz. Peygambere, günde beş vakit namazın ilk vakitlerinde gelerek namaz vakitlerinin ilk vaktini ve yine beş vakitte beş defa son vakitlerde gelerek namazların son vakitlerini öğretmiştir. Bu hadisi şerifte Cebrail’in akşam vakti için ikinci gelişinde de bir önceki günün vaktinde kıldırdığı rivayeti vardır.
Bu hadisi şerif akşam namazı dışındaki namazların iki vakti olduğuna delâlet etmektedir.
Günümüzde, namazlarımızı cisimlerin gölgelerine bakarak kılmamıza gerek kalmamıştır. Herkesin evinde doğru hazırlanmış takvim ve saat bulunması gerektiğine göre bu konudaki zorluk ve şüpheler kalkmıştır.
Farz namazlar dışında adanmış namaz müstesna, herhangi bir namaz vacip değildir. Bunun dayandığı delil, bir bedevî ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadistir:
“Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir. Bedevi: “Benim üzerimde bunlardan başka bir borç var mıdır? Diye sorunca Hz. Peygamber ( a.s. ) şöyle buyurmuş:
“Hayır! Ancak kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır” (Buhari-Muslim) ) Yine Hz. Peygamber ( a.s. ) Muaz b. Cebel’i Yemene gönderirken ona şu emri vermişti. “Yemenlilere haber ver ki, Allah’u Teala kendilerine birgün ve gecede içinde beş vakit namaz kılmalarını farz kılmıştır.”(Buhari- Müslim)
Malikî, Şafiî, Hanbelî mezheplerince ve İmamı Azamın talebeleri İmam Muhammed ile Ebu Yusuf’a göre vitir namazı sünnettir. Ancak İmamı Azam’a göre vaciptir. İmamı Azam bu fikrinde yalnız kalmıştır.
Kelime-i şahadetten sonra İslamın en önemli rüknü olan namaz, günde beş ayrı zaman diliminde olmak üzere kadın-erkek her Müslümana bir görevdir. Her din, yaratıcı kudret karşısında boyun eğmek, onunla bağlantı kurmak temeli üzerine kurulur ve yine her dinde bunu sağlamak maksadıyla öngörülen merasimler bulunur. İslam dininde, yüce yaratıcı Allaha yaklaşmanın yolu ve ona yükselmenin basamağı namaz ibadetidir. Bu özelliğinden dolayı namaz, diğer ibadetlerin özü ve özeti sayılmıştır.
Namazı terk etmek, kılmamak büyük günahtır. Peygamberimiz, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını bildirmiştir ( Tirmizi Selat: 188 ) Namaz kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel göstergesinden biri sayıldığı için mevcut bazı rivayetleri kendi anlayışlarına göre değerlendirerek bazı ağır müeyyideler ön görmüşlerdir.
Hanefîlere göre: Tembellik sebebiyle kılmayan kişi fasık olup böyle bir kişi hapsolunur ve namazı kılıp tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edip namazı kılar ya da hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimsede bunun gibidir. Hanefîler buna şu hususu da ilave etmişlerdir: Namaz kılan kimsenin Müslüman olduğuna ancak dört şart ile hüküm verilebilir: Namazı vakit içinde kılmak, cemaatle kılmak yahut vakit içinde ezan okumak yahut bir secde ayeti okununca bunu duyduğu zaman tilâvet secdesi etmek. Zahirurrivaye ye göre oruç tutup hacca giden yahut zekât veren bir kâfirin Müslüman olduğuna hüküm verilmez.
Hanefîler dışındaki diğer imamlara göre: Bir vakit de olsa, özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi üç gün tevbeye çağrılır, tevbe etmezse öldürülür. Malikî ve Şafiîlere göre, ceza olarak ( hadden ) öldürülür, kâfir olduğu için öldürülmez. Malikîlerin namaz kılmayanın tekfir edilmemesinde dayandıkları delil Allah Tealânın “Allah kendisine eş koşulmasını bağışlamaz, kendisine eş koşma dışındaki günahları dilediklerine bağışlar.” ( Nisa 116 ) ayetidir.
İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir. Namaz kılmayan kâfir olduğu için öldürülür ( Tevbe süresi 5. ayete dayanarak )
İmam Şevkânî şöyle demiştir: Gerçek olan, namaz kılmayanın kâfir olduğudur. Namaz kılmayan kâfir olduğu için öldürülür. ( İsl. Ans.Terc. Zuhayli c.1 388–390 )
Ben derim ki yukarda serdedilen öldürme hükümlerinin hiçbiri isabetli değildir. Ehlisünnet itikadına göre amel imandan cüz ( parça ) değildir. Kelime-i şahadet getirdikten sonra bir müslümanın cehennemde ebedî olarak kalmayacağına dair kesin deliller vardır. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Lailâhe İllellah” deyip Allahtan başka tapılanları inkâr edenin malı ve kanı korunmuştur; dökülmesi, alınması haramdır. Bu kimsenin hesabı Allaha aittir” ( Buhari-Müslim Eşcai yoluyla, Camiulusul 1.161 ). Başka bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmuştur: “Lailâhe İllellah” deyip kalbinde bir arpa ağırlığı kadar hayır bulunan kimse cehennem ateşinden çıkacaktır.”üç defa tekrarlayarak) ( Bu hadisi Buhari Enesten rivayet etmiştir )
Allah, Peygamberine : “Söyle, hak Rabbiniz katındadır dileyen iman etsin, dileyen ise iman etmesin” ( 18 / Kehf 29 ) ve yine “( Resulüm ) Eğer rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi, o halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” ( 10 / Yunus 99 )
“O halde ( Resulüm ) öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt vericisin onların üzerinde bir zorba değilsin, ancak yüz çevirip inkâr edene gelince öylesini Allah en büyük azab ile cezalandırır. Şüphesiz onların dönüşü ve sorguya çekilmeleri sadece bize aittir”. (88 / Gaşiye : 21-26 )
Allah, böylelerinin hesabının kendisine ait olduğunu, bunun tersini yaparak zorba davranmaması için Elçisini uyarırken ve bu ayetlerde hiçbir şüphe yok iken, sıhhat dereceleri farklı farklı olan bazı rivayetleri kendi anlayışlarına göre değerlendirerek birçok imamlar müeyyideler öngörmüşlerdir.
Gayet tabiîdir ki namaz ve diğer ibadetler Allah rızası için ve içten gelerek yapıldığında anlam ve amacını gerçekleştirmiş olur. Bunun dışında bir takım zorlamalarla veya gösteriş için kılınan namazların bir değeri olmadığına göre namazı terk edenler için fakihlerin kendi zamanlarına göre öngördükleri müeyyideleri kamu düzeni ve genel ahlak ilkesi açısından değerlendirmek gerekir. Aslında müeyyidelerin dayandığı hadislerin büyük çoğunluğu namazın terk edilmesinin müeyyidesini değil, İslâm dininde namaz ibadetinin önemini göstermek amacına yöneliktir. Kimsenin kimseyi zorla Müslüman etme hak ve yetkisi yoktur. Herkes kendi özgür iradesi ile bu dini seçmiş olacak ve önemli yer tutan namaz ibadetini de kendi özgür iradesiyle zevkle yerine getirecektir. ( Diy. İSAM- İlmihal c.1.221 )
İslam, en çok münafıklıkla mücadele etmiştir. Namazın terki’nin cezası mezheplerin ittifak ettiği ölüm cezası olmuş olsaydı, ölüm cezasından kurtulmak için namaz kılıyor desinler diye istemeyerek namaz kılmaya insanları mecbur bırakmak islam’ın ruhuna ters düşmektedir. Allah ile kulları arasındaki ibadete yönelik cezaları kullar vermemelidir.
Bütün ilmihal kitaplarında namazın biçimsel olarak sahih olması şartları üzerinde durulmuştur. Biz bunları burada tekrar etmeyeceğiz. Namazın görülmeyen bir diğer yönü üzerinde bir iki kelâm ederek farklı yaklaşım ve yorumlara geçeceğiz. Asla hatırdan çıkarmamak lazım ki fıkıh kitaplarında sayılan şartlar, sünnetler, namazın sadece dış görünüşü ile ilgilidir. Fakat bu şartları yerine getirmek, namazı ikame etmek, ayakta tutmak sayılmaz. Namazın özü kalbin huzur-huşu içinde olmasıdır. ( papağan da konuşur ama şuurlu konuşmaz ) Allah bu hususu şöyle belirtmektedir. “Beni anmak için namaz kıl” (Taha 20 / 14 )
Düşünün: Bir başkanın yanına gidip ondan bir şeyler talep etmek isteyen kişi, onun huzurunda gazete okusa, sağa sola baksa, görüştüğü yerdeki eşyalarla ilgilense veya cismi orada, aklı fikri ise başka başka yerlerde olduğu için ne söylediğinin, nede söylenenin farkında olmaz ise buna sağlıklı (mükemmel) bir görüşme denebilirmi? Ayrıca bu görüştüğü, Yaratıcı olursa… İşte böyle namaza duran kişi Allahın huzurunda olduğunu bilmeli, bunu hissetmelidir. “Ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” ( en Nisa 4 / 43 ) ifadesi ne dediğinden haberi olmayan sarhoş kimselere yönelik olmakla birlikte namazda tam bir şuur ve huşûnun gerektiğini de anlatmaktadır. Yine Kur’an-da namaz kılarken gaflet ve ciddiyetsizlik içinde olanlar ağır bir üslupla kötülenir ( el-Maun 107 / 4–5). Peygamberimiz “Allah, insanların kalıplarına değil kalplerine bakar” buyurmuşlardır.
Fakihler, zahire göre hüküm verdikleri ve görünürde olan şartların düzgün yerine getirilmesiyle ilgilendikleri için namazın şartlarından bahsederken huşû ve huzuru namazın olmazsa olmaz şartlarından saymamışlardır. Kılınan namazın kabul olup olmaması, ahirette fayda verip vermeyeceği fıkıh konusu değildir. Yinede fakihler bu hususta insanları uyarmayı ihmal etmemişlerdir.
Hasan
Hasan
Admin

Mesaj Sayısı : 73
Kayıt tarihi : 21/08/08
Yaş : 72

http://asil-islam.hareketforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz