Asıl İslam
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DOĞUM KONTROLÜ

Aşağa gitmek

DOĞUM KONTROLÜ Empty DOĞUM KONTROLÜ

Mesaj  Hasan Perş. Kas. 27, 2008 3:30 pm

Doğum Kontrolü:



“… Eşlerin gebeliği önlemesinin eski ve yeni birçok yöntemi vardır. Tekniğin ilerlemesiyle her gün yeni metot ve ilaçlar ortaya çıkmaktadır. Azil, yani erkeğin cinsel ilişki sırasında spermini dışarı atması yöntemi ilk dönem Müslümanları tarafından biliniyor ve uygulanıyordu. Hz.Peygamber azli yasaklamamıştır.(Buhari “Nikâh” 96, Müslim “Nikah”125–138)…

İslam bilginleri, eşlerin karşılıklı haklarını koruma, aile içi huzur ve mutluluğu sağlama amacıyla gebeliği önleme metotlarının iki tarafın karşılıklı rızasıyla uygulanmasını telkin ve tavsiye ederler.

Azil dışında ilaç almak, vaginaya gebeliği önleyici bir madde koymak, prezervatif kullanmak gibi yollarla da gebeliğin önlenmesi mümkündür. Ancak gebeliği önleyici metodlar ile başlamış bulunan gebeliği sona erdirme ve döllenmiş yumurtayı dışarı atma işlemlerinin birbirinden iyice ayrılması gerekir… İslam hukukçuları azil ve diğer gebeliği önleme yöntemlerine karşı oldukça musamahalı baktıkları halde çocuk düşürmeyi hiçbir aşamada tasvip etmemiş, tıbbî ve dinî bir zaruret bulunmadıkça böyle bir işlemi cinayet, büyük günah saymıştır…

Rahime yumurta ulaştıran kanalların bağlanması veya erkeğin kısırlaştırılması da doğum kontrol metotlarındandır. Kadın veya erkeğin çocuk yapma kabiliyetinin yok edilmesi demek olan kısırlaştırma ilaçla veya cerrahî müdahale ile olmaktadır. Ayet ve hadislerde konuyla doğrudan ilgili bir hüküm bulunmamakla birlikte, İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu dinî veya tıbbî bir zorunluluk yok iken böyle yöntemi caiz görmezler... Bu sebeple eşlerin artık hiç çocukları olmayacak ve geri dönülmesi imkânsız şekilde kısırlaştırılmasının dinen sakıncalı ve günah olduğunu ifade eder, bunun ancak eşlerin birinde aklî veya zührevî bulaşıcı bir hastalığın bulunması ve çocuklara geçeceğinin sabit olması halinde caiz olabileceğini belirtirler.” [1]


Çocuk Düşürme:



Döllenme gerçekleştikten sonra rahimde oluşan ceninin dış etki ve müdahale ile düşürülmesi çok eski dönemlerden beri dinin, ahlak ve hukukun tasvip etmediği ve önlemeye çalıştığı bir davranış olmakla birlikte çeşitli toplumlarda sık sık karşılaşılan bir olgu olma niteliğini de hiçbir zaman yitirmemiştir. Nitekim Yahudilikte çocuk düşürme yasaklandığı gibi buna sebebiyet veren kimse anne de olsa cezalandırılmıştır. Hıristiyanlıkta da çocuk düşürme büyük günah kabul edilmiş ve bunu yapan kimse öteden beri kilise geleneğinde cinayet işlemekle itham edilmiş ve ciddi bir tepki görmüştür.

İslam’da da durum böyledir… İnsanın yaşama hakkı, erkek spermi ile kadın yumurtasının birleşip döllenmenin başladığı andan itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir hak olup artık bu safhadan itibaren anne baba da dâhil hiçbir kimsenin bu hakka müdahale etmesine izin verilmemiştir. Çünkü ceninin yaşama hakkını anne babasından değil doğrudan yaratandan alır… Gebelik teşekkül ettikten sonra hiç kimsenin doğacak çocuğun hayatına son verme hakları yoktur.

Kur’anda çocuk düşürmeyle ilgili özel bir hüküm bulunmaz. Ancak ayet ve hadislerde yer alan genel prensipler anne karnındaki ceninin dinen meşru sayılan haklı bir gerekçe olmadan düşürülmesine ve gebeliğe son verilmesine müsaade etmez. “Çocuklarınızı yosulluk korkusuyla öldürmeyin(el-En’am6/151,el-İsra 17/31) ayetinin dolaylı ifadesi, Hz. Peygamberin kasten çocuk düşürmeyi cinayet olarak adlandırıp bunu işleyen veya sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesi, rızık, kader ve tevekkülle ilgili dinî telkin ve emirler bir anlamda anne karnındaki çocuğun hayat hakkını da güvence altına almaya matuf emir ve tedbirlerdir… Böyle olmakla birlikte, sperm ve yumurtanın hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı, ceninin bulunduğu safhaya göre çocuk düşürmenin cezasında hatta günahın da bir farklılık olup olmayacağı tartışmalıdır. Kur’anda ceninin anne karnındaki yaratılış safhalarından bahsedilmekle birlikte (el-Müminûn 23/12-14) bu safhaların ruhun üflenişi ile ilgili olup olmayacağı hususunda açıklama yoktur. Hz.Peygamberin bir hadisinde anne karnındaki çocuğa 120. günden sonra ruh üfleneceğinden söz edilir. (Buhari “Bed’ülhalk” 6). Ruhun ilk 40 günden sonra üflenmesine dair hadisler de vardır. (Müslim “Kader”2-4, Müsned III,397) Ayetin dolaylı ifadesi ve hadislerin yanı sıra fakihlerin kendi dönemlerinde cenin hakkındaki tıbbî bilgileri bu konudaki farklı görüşlere sahip olmalarına sebebiyet vermiştir.

Aralarında bazı Hanefîler’in de bulunduğu bir grup İslam hukukçusu 120 günden önceki, bazı Malikî ve Hanbelî fakihleri ise 40 günden önceki çocuk düşürmeleri tam oluşmuş bir çocuk düşürme saymama eğilimindedirler. Bu hukukçuların farklı düşünmesi çocuğun anne karnındaki geçirdiği safhalar, döllenme, çocuğun oluşumu konusunda dönemlerinde yeteri bilgiye sahip olamamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu hukukçular yukarıda zikredilen hadislerden hareketle ceninin ancak 120 günden sonra canlanacağını bundan önce ise cansız ve belirsiz bir halde ruh üflemeyi beklediği kanaatindedirler. Bu belirsizlik bu fakihleri birinci safha için mekruh ikinci safha için haram hükmü vermeye sevketmiştir. Başka bir ifadeyle burada ki haramlık kimilerine göre 40, kimilerine göre ise 120 günden itibarendir.

Ceninin varlığının, mahiyetini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ruhun üflenmesiyle aynı şey olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Günümüzde ulaşılan bilgiler ceninin döllenmeden itibaren ayrı bir canlılık ve bütünlük kazandığını, ilk birkaç haftadan itibaren organlarının teşekkül ettiğini, hatta kalp atışlarının hissedildiğini ortaya koymaktadır. Böyle olunca ilk 120 gün içindeki çocuk düşürmeleri, günah ve cinayet olan çocuk düşürme işinin dışında tutmak mümkün görünmemektedir. Nitekim İslam hukukçularının çoğunluğu hangi safhada olursa olsun çocuk düşürmeyi caiz görmezler. Ancak annenin hayatını kurtarma gibi kesin bir zaruret halinde ceninin tıbbî müdahale ile alınması caiz görülür…” [2]

Bazı âlimlerin kanaati ise: Cenin’in, ilk haftalardan itibaren canlı olduğu fakat ona ruh verilmesinin dördüncü aydan sonra olacağı şeklindedir.



1-Ceninin Ölü Olarak Düşürülmesi Hali:

Cenin annesinden ölü olarak ayrılacak olursa caninin ödeyeceği ceza cenin diyetidir. Ceninin diyeti ise kasten veya hata yoluyla olsun bir gurre dir.[3] (Ebu Davud “Diyat” 19, Tirmizi “Diyat”15)

Hanefîlere göre: Gurrenin sünnetteki miktarı diyetin yirmide biri olan beş devedir yahut buna denk olan elli dinar yâda beş yüz dirhemdir.

Cumhura göre ise bu miktar 600 dirhemdir.[4] Altın ve gümüşün o asırdaki değerine göre yaklaşık 2I2,5 gr.altın veya 1785 gr.(Hanefîlere göre 1487,5 gr.) gümüştür. Gurre ceninin mirası kabul edilir ve düşmesine sebep olan kimse hariç varisleri arasında paylaştırılır.

Şafiî ve Hanbelî fakihleri gurre ile birlikte kefaret ödenmesini de gerekli görürler.



2-Ceninin Canlı Olarak Düşmesi Hali:

Şayet cenin annesinden canlı olarak ayrılır daha sonrada kasten cinayet sebebiyle ölürse acaba öldürene kısas gerekirmi?

Malikîlere göre[5]Tercih edilen görüşe göre eğer bu fiil çoğunlukla öldürme sonucunu veren bir fiil ise kısas gerekir; eğer fiil çoğunlukla ölüm sonucu vermeyen bir fiil ise (karın’a değil de el yahut ayağa vurmak gibi) sadece diyet gerekir, gurre gerekmez. Çünkü cenin doğduğunda ağlayacak olursa, canlılar arasına katılır ve ondan dolayı gurre söz konusu olmaz.

Hanefî-Hanbelî ve Şafiîlerce esas olan görüşe göre[6]Böyle bir durum ancak hata yoluyla olabilir. Bu durumda eksiksiz bir diyetin ödenmesi gerekir. Hanefîler böyle bir durumda kefareti de gerekli görürler. Şafilerle, Hanbelîler ise cenin ister canlı ister ölü olarak düşürülsün kefaret mutlak gereklidir. Ceninin birden çok olması ile diyet de birden çok olur.

Eğer ceninin ölümünden sonra müdahale ile (darbe) anne de ölecek olsa yahut annenin ölümünden sonra cenin canlı olarak doğup sonra ölse, ölümüne sebep olanın (vuranın ) iki diyet ödemesi gerekir. Biri annenin, öbürü de ceninin diyetidir. Çünkü sebep ortadadır. Sebepte iki kişinin öldürülmesidir.

Annenin Ölümünden Sonra Ceninin Ölümü:

Eğer cenin annenin ölümünden sonra ölü olarak çıkarsa vuranın (karın’a vuranın) annenin diyetini ödemesi gerekir.

Hanefîlerle, Malikîlere göre: Cenin hakkında bir şey ödenmesi gerekmez, tazir gerekir.

Şafiîlerle Hanbelîlere göre: (Karına) vuranın annenin diyetini ve ceninin gurresini ödemesi gerekir. Annesi ceninini ister hayatta iken ister ölümünden sonra düşürsün fark etmez. Çünkü cenin vuranın cinayeti sebebiyle telef olmuştur; o bakımdan tazminatının ödenmesi gerekir. Eğer anne ceninini düşürmeyecek olursa cenin için bir şey gerekmez. Çünkü yavrunun hükmü ancak onun çıkmasıyla sabit olur.[7]


[1] A.g.e. c.2. 134-135


[2] A.g.e.c.II s.137-140


[3] Gurre, bir şeyin en hayırlısı, en iyisidir. Köle veya cariye’ye gurre denmesinin sebebi en değerli mallar arasında olmaları dolayısıyledir. Gurre asıl itibarıyla atın alnındaki beyazlık demektir.


[4] El-Bedayi VII 325, eş-Şerhul kebir IV.268, Muğnil muhtaç IV.103


[5] Eş-Şerhulkebir IV.269


[6] El-Bedayi VII. 326, ed-Dürrül muhtar V, 417, el Muğni VIII. 811.


[7] Zuhayli İlm.Terc. “ZAMAN” C, 8, 133
Hasan
Hasan
Admin

Mesaj Sayısı : 73
Kayıt tarihi : 21/08/08
Yaş : 72

http://asil-islam.hareketforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz